You Are Here: Home » Genel » Uygur Türkleri ve İslamiyet

Uygur Türkleri ve İslamiyet


Uighur Muslim Funeral in Mosque

Akif Güngör / SÜTUN HABER

Şu bir gerçektir ki; diğer bir kısım Türk boylarında olduğu gibi, Uygurlar arasında da İslam dinin yayılması ve medeni Uygurların bu büyük İslam kültür medeniyetindeki yeri üzerinden şimdiye kadar hiçbir ciddi çalışma yapılmamış ve neticede bu sorulara da henüz tatmin edici hiçbir cevap verilmemiştir.
Değil bu önemli konular, Uygurların siyasi tarihleri hakkında yapılan araştırma ve yayınlar bile tatmin edici olmaktan uzaktır. Uygur siyasi tarihinin birçok meseleleri bu yazıda da işaret edildiği gibi henüz çözülmemiş, Uygur siyasi tarihinin bir çok temel taşı yerli yerine oturtulamamıştır.

Üstelik bu yarım yamalak araştırmalarda konunun İslam dini ve medeniyeti yönü tamamen ihmal edilerek, onlar nerede ise Buda dini ve kültürünün asıl temsilcileri gibi gösterilmeye çalışılmış ve bunda bazı tarihçilerimiz adeta gurur duyacak bir hale gelmiştir. Onlar böyle yapmakla neylersiniz ki medeni ve Müslüman Uygur halkına büyük bir haksızlık yaptıklarının farkında bile olmamıştır.
Oysa Uygurlar Müslüman olmuşlardır. Ne var ki onların İslam hidayetine giden yolda, diğer Türk boylarından farklı olarak çok ilginç, inadına kanlı ve çok çetin mücadeleri olmuş ve asıl “Uygur İslam destanı” da bu şekilde ortaya çıkmıştır.
Bilindiği gibi Uygurlarda, diğer Türk boyları gibi tarihte büyük devletler kurmuş bir halktır. Kökü tarihin derinliklerinden kopup gelen ve Oğuz boylarına kadar uzanan bu Türk boyları özellikle Dokuz Oğuzlar, büyük Göktürk İmparatorluğu’nun bir kısım iç kargaşalar yüzünden yıkılmasının ardından tarih sahnesine çıkmış bugünkü iç Moğolistan, daha ziyade Orhon nehri boyları veya Ötüken’de çok büyük bir devlet kurmuşlar ve dolayısıyla kendi nesillerinin bugünlere kadar gelmesini sağlamışlardır.
Artık bundan böyle Ötüken; mukaddes ülkenin mukaddes kağanları; “Gün Tengride Ulug Bulmuş” veya “Ay Tengride Kut Bulmuş” gibi “İlahi ünvanlar”larla anılacaklardır.
Bunlar; bir manada diğer Türk boylarında olduğu gibi, Uygurlarında büyük ölçüde Gök Tanrı, yani bir diğer ifade ile Tek Tanrı’ya çok berrak bir şekilde inandıklarını ve Uygur kağanlarının güç ve kuvvetlerini bir ilahi varlıktan aldıklarını, böylece O; Yüce Varlık’ın yeryüzünde tek temsilcisi olduklarını ve O’na inandıklarını gösterir ki bu gerçekten konumuz açısından tespit edilmesi gereken bir husustur.
Ne ilginçtir ki, Uygurların bu güzel yönlerine rağmen onları diğer Türk boylarından farklı kılan bir diğer önemli yönleri daha vardır. O da Uygurların, özellikle aristokrat Uygur tabaklarının, İslamiyet’ten önce Gök Tanrı dinini büyük ölçüde terk etmeleri, her zaman yeni bir din arayışı içinde olmaları ve birçok “din” hatta “alfabe” değiştirmiş olmalarıdır. Bu hem Ötüken, hem de Turfan Uygurları için geçerli bir hükümdür. Uygurların Allah’ın hidayetine giden yolda ve Hak dini aramada çok garip bir maceraları vardır.
Yeni Uygur kağanları önceleri Manihaizmin tesiri altında kalmışlar ve bunu bir devlet dini olarak kabul etmişler ve Mani dinini çok kalabalık Uygur boyları için milli bir din olmasını istemişlerdir. Onların bu manasız ısrarları ve Manihaizmin yüce bir din olarak benimsemeleri netice itibari ile iyi ata binen, özellikle iyi ok atan Türk Uygur boylarını yozlaştırmak, onların milli ve manevi değerlerini çökertmekten öte hiçbir işe yaramamıştır.
Ata dinini terk eden ve Manihaizme giren bedbaht Uygurların kapısını çok geçmeden bu defa Budizm çalmış; beyaz elbiseler giyen, sözüm ona bu bezgin, yorgun ve bitkin Mani Rahiplerinin yerini bu defa bu defa kırmızı pelerinli Buda Ruhanileri almıştır. Uygur kağanları Buda’nın köhne akideleri ile Uygur Türk boylarına yeni bir nefes vermek istiyorlardı. Bu ise Uygurlar için inanç anarşisine giden yolu bütünüyle açmış ve beklenen dini huzur ve barış bir türlü temin edilememiştir.
Zira Buda dinide; İslami kaynalarda “zındıklık” netice itibariyle Uygur topluluklarının milli manevi değerlerini yıkmada, Manihaizm’den hiçte farklı olmamıştır. Türkün milli karakteri olan askerlik ruhu ve destanlar yaratan kahramanlık duygularını dumura uğratan Buda dini, kısa zamanda kendine inan Uygur topluluklarını pısırık, hiçbir iddiası olmayan uyuşuk bir kitle haline getirmiştir.
Uygur’ların Allah hidayetine giden yolda bu defa karşılarına İslam dini çıkmış ve onlar İslam dininin yeni , zinde , iman hakikatları , bir diğer ifade ile ‘Kuran’ ve ‘Ezan’ sesi ile karşı karşıya gelmişlerdi. Evet , Ceyhun havzasından Türk yurtlarına giren ; ‘Baykent , Buhara ve Semerkant ‘ gibi Türk şehirlerinde güçlü bir varlık haline gelen ve kısa zamanda Tanrı Dağlarının eteklerine ulaşan İslam dini , gerek Manihaizm , gerekse Budizm tortu niteliğindeki inançlarına , Uygurlar arasında yaşama şansı vermemiş ve bu karanlık topraklar , İslam hidayet güneşinin aydınlattığı bereketli , aydınlık bir ülke olmuştur.
İslam Dini her ne kadar bu ilk hamle yıllarında Ötüken’e ulaşmışsa da o asıl mücadelesini Ötüken Uygurları arasında değil, özellikle Turfan Uygurları arasında vermiş ve bu topraklarda H.z Peygamber ‘in ilk nübüvvet yıllarında olduğu gibi; imanla küfrün, hidayetle dalaletin, hakla batılın, zulmetle nurun kıyamete kadar olan mücadelesinde bir ‘ilahi destan’ devri yaşanmıştır.
Evet, Ötüken, bugünkü iç Moğolistan’da ilk “Türk Uygur Devleti”ni kuran ve tarihlere genellikle Dokuz Oğuz Türk Boyları olarak geçen bu yarı göçebe Türk boyları, Kırgız felaketinden sonra Turfan, Koçu, Beş Balık bölgelerine gelmişler ve Tanrı Dağları’nın gölgesinin düştüğü geniş topraklarda Uygur Türk Devleti’ni kurdular.

Önceleri Mani dinine giren, sonraları Budizme geçen ve sonunda İslamiyeti diğer Türk boyları gibi milli bir din, bir yaşayış tarzı, bir kültür yüceliği ve bir büyük medeniyet yolu olarak seçen ve kabul eden Turfan Uygurları, bu dinlerin verdikleri ortak değerler, hele hele İslam dininin verdiği yeni bir ruh ve dinamizmle Orta Asya Türklüğünün belki de bütün Asya kavimlerinin kendi devirlerinde en medeni temsilcileri olmuşlardır.

Matbayı belki ilk onlar icat etmişler, çivi yazısı dışında yeni bir alfabe benimsemişler, böylece kendi İslami değer ve kültürel zenginliklerini geliştirmişlerdir.

 

Ne var ki, Turfan Uygurlarının Müslüman olmaları hiç de kolay olmamıştır. Mahmud el-Kaşgari onları “en katı kafirler” olarak saymıştır ki bu çok doğru bir tespit olmalıdır. Zira, İslam dinin Uygurlar arasındaki bu ilk mücadele yılları bize onun, Hz. Peygamberle Kureyş ileri gelenleri arasında geçen çetin, kanlı mücadele, yani “Medine devri”ni hatırlatmaktadır.

Uygurları, İslam aydınlığına götüren mücadelede bu kutlu sancağı eline alan Abdul-Kerim Satuk Buğra Han ve onun durmak bilmez mücahitleri, cihad erleri olan yoldaşları yerlerini almış ve Uygur kafirlerine karşı “cihad” görevini bilfiil yerine getirmişlerdir.

Böylesine çetin bir mücadeleden sonra Uygurlarda ister istemez kendilerini bu “yeni din”in ilahi cazibesine kaptırmışlar, zorlada olsa Müslüman olmuşlar, fakat zorlu, güçlü, nazik, medeni, Müslüman olmuşlardır. Öyle ya Allah’ın dininin aziz olmasını, kendileri için her şeyin üstünde çok yüce bir gaye olarak kabul eden Karahanlı Gazi Hakanları, Allah’ın hidayetine giden yolda Türk milletinin ataları, yalın kılıç bu en katı kafir Uygurların karşısına dikilmişler ve onları bütün güçleri ile Müslüman olmaya çağırmışlar ve bunda büyük ölçüde muvaffak olmuşlardır.

Böylece İslam tarihinde, Orta Asya bozkırlarında bir eşi ve benzeri olmayan çok kanlı bir dini mücadele, bir “ilahi destan” devri veya bir büyük “İslam inkılâbı”da başlamış oluyordu. Zira, Uygurlar arasında meydana gelen bu büyük İslam inkılabının gerçekleştiği devirlere çok yakın bir zamanda yaşayan ve bu topraklarda gelişen İslam kültür ve medeniyetinin en önde gelen temsilcileri arasında anacağımız büyük devlet adamı, büyük bilgin Yusuf Has Hacib ve Türk dili ve edebiyatının kendi asrında en büyük mimarı olan Mahmud el-Kaşgari’nin o dev eserini okuyanlar bu çetin mücadele ve İslam inkılabının ne kadar zor şartlar altında cereyan ettiğini hayretler içinde göreceklerdir.

Yusuf Has Hacib, büyük Karahanlı devlet adamı (d: 1019) Kudatgu Bilig adında ki kıymetli eserinde, Karahanlı Uygurlar arasında bu çok katı iman-küfür mücadelesine bütün varlığı ile sahip çıkmış, onların başarılı olmaları için çırpınıp durmuş, onlara büyük hedefler göstermiş dini bütün bir Müslüman’dır.

Ne var ki Uygurlar arasında İslamiyet’in yayılmasına asıl öncülük edenler, bu ilahi destanın asıl kahramanları, eli bayraklı cihad erleri, buna gönül veren O, Allah yolunun nur yüzlü rehberleri, Türk İslam tarihine pek fazla bir malzeme bırakmadan uhrevi alemlerine çekilip gitmişlerdir.

Artık asıl bu kanlı mücadelelerden sonradır ki; bugünkü “Doğu Türkistan Uygur Yurtları” Çin Seddi’ne kadar yayılan bu geniş topraklar, İslam dini sayesinde “çekik gözlü, yuvarlık yüzlü, güzel görünüşlü” (Hz. Peygamber efendimizin Türkler hakkında ki hadislerinin ifadesidir), medeni Uygurların vatanı olmuştur.

Diğer Türk boylarında olduğu gibi, Uygurlar arasında da İslamiyetin nasıl yayıldığı, bu yönde girişilen çetin mücadele ve çekilen sıkıntılar hakkında hem kendi, hem de yabancı tarihçiler tarafından hiçbir ciddi çalışma yapılmamıştır.

Türklerin nasıl Müslüman oldukları konusunda tam teferruatlı bir araştırma yapılmadığı gibi İslam sonrası yapılan büyük şahlanış bile tarih sayfalarında birkaç satır cümle ile geçiştirilmiş üstün körü başlıklar altında kısa yazılara yer verilmiştir. Bu yüzeysel görüşlerde Uygurların ancak 15. Asırda Müslüman oldukları iddia etmişlerdir ki bu inanılacak bir durum değil, bundan da öte bir tarih sefaletidir.

İşte bu araştırmada ilk defa Uygurların Müslümanlığı üzerinde durulmuştur.

Konumuza İslam coğrafyacılarının Doğu Türkistan ve Uygur Türkleri üzerine yaptıkları analizlerden bir derlemeyle girelim;

Kül Bilge Kağan tarafından Doğu Türkistan’da kurulmuş olan bu yeni Uygur Devleti kısa zamanda büyük mesafeler katetmiş o kadar ki Moyon Çor’a kadar gelen ve çokta uzun olmayan bu süre zarfında sınırlarıyla birlikte kendi örf ve adetleriyle bir devlet kurmuşlardır.

İslami kaynaklar özellikle coğrafyacıların eserleri bu konu hakkında güzel rivayetlerde bulunmaktadır. Mesela Şerefüz-Zaman Tahir el-Mervezi, Tabayı’u’l-Hayevan adında ki eserinde Türk boyları hakkında çok geniş değerlendirmeler yapmış Tokuz Oğuzlar, Uygurlar ve Dokuzoğuz Hakanı (Uygur) hakkında çok kıymetli bilgiler vermektedir.

İşte o eserden bir ayrıntı;
“Türkler pek çok cinslere kabilelere, oymaklara ayrılan büyük bir millettir. Bir kısmı şehirlerde ve köylerde, bir kısmı bozkırlarda ve çöllerde otururlar. Türklerin büyük kabilelerinden biri Oğuzlardır. Oğuzlar on iki kabileye ayrılırlar. Bir kısmına Tokuz Oğuz, bir kısmına Uygur ve diğer bir kısmına Üç Uygur denir. Hükümdarlarına ise, Tokuz (Oğuz) Hakanı denir.

Oğuz Hakanı’nın çok büyük bir ordusu vardır. Onların hükümdarlarının eskiden bir muhafızı, dörtyüz hizmetçisi vardır. Bu muhafızlar hergün hükümdarlarla üç defa yemek yerler. Yemekten sonra üçer üçer içki içerler. Hakanları ancak senede halk arasına çıkar.

Oğuzların siyaset hususunda uyguladıkları güzel örf, adet ve kanunları vardır. Bir kısmı şehirlerde ve evlerde bir kısmı kırlarda ve sahralarda, çadırlarda ve hangahlarda otururlar.” (Şerefüz-Zaman Tahir el-Mervezi, Tabayı’u’l-Hayevan)

Diğer büyük İslam coğrafyacılarından biri olan Gerdezi ise eserlerinde bu Uygur; Dokuzoğuz Hakanı hakkında şunları söylemektedir;
“O; tahtına oturunca herkes onun önüne yaya olarak gelirler, yolda onun önünü açarlar. Şehrin reislerinden biri onun önünde yürüyerek taşkınlıkları önlemeye çalışır.

Tokuz Oğuz Hakanı Mani mezhebindedir. Fakat ülkesinin şehirlerinde putperestler, seneviler (düalistler) Şamanistler ve Budistler de bulunur. Ayrıca Dokuz Oğuz Hakanının dokuz veziri vardır. Bunlar; eğer bir kişi hırsızlık suçundan yakalanmışsa, onun ayakları ve kollarını bağlarlar ve ayrıca şehrin ortasında 200 sopa vurdururlar. Daha sonra Dellal: “herkes buna baksın! Bunun yaptığını kimse yapmasın!” diye bağırır.

Bir kişi, bir bakire ile zina yaparsa o adama 300 sopa vururlar, ondan bin kısrak, gümüş bir kadeh ve 50 deve ceza alırlar. Eğer bir adam bir adamı öldürürse onu ezecek derecede büyük fidye ödemeye mecbur ederler.

Ayrıca Dokuz Oğuz Hakanı duvarları alçak fakat muhkem bir sarayda oturur. Bu saray keçe ile döşenmiştir. Keçenin üzerine Müslümanların mefruşatı serilmiştir*, onunda üzerinde Çin dibası örtüler yazılmıştır. (Bu ifade Ötüken Uygurları’nın daha ilk devirlerinde Türkistanlı Müslüman tacirlerle ticaret yaptıklarını göstermektedir)

Elbiseleri harmani, yenleri geniş ve etekleri uzundur. Hakanlarının kemerleri zinetlidir. Meclisinde insanlar toplanınca taç giyer, o tahtına oturunca 30 bin zırhlı ve mızraklı süvari onunla beraber oturur.”

Bundan sonraki konumuzda Türk tarihinde, Türklerin İslamla tanışmalarına ve Müslüman olmalarında ki en büyük etken olduğuna inanılan “Talas Savaşı” ve bu konu hakkında çarpıtılan gerçekleriyle birlikte Talas Savaşı gerçeğini işleyeceğiz…

SÜTUNHABER

Comments (1)

  • Uygur Yığıt

    Uygurlar günümüzde İslamiyete sim sıkı sarılmalıdır, asimile olmamak için dinine, kültürüne ve diline sahip çıkmalıdır. Bu konuda önüne çıkana karşı mücadele etmelidir.

Uygur Akademisi © Her Hakkı Saklıdır.

Scroll to top