You Are Here: Home » Genel » Türkiye – Çin İlişkileri

Türkiye – Çin İlişkileri

Türkiye – Çin İlişkileri

Postedby: Alper ToprakPosteddate: TRÇNNisan 21, 2012

Bilindiği üzere Türkiye ile Çin ilişkilerinin temeli 19. YY sonlarına denk gelmektedir. İlk başlarda bu yıllarda başlayan ilişkiler ekonomik ve siyasi nitelikli değil, 2. Abdülhamid’in sayıları 50 milyonu bulan Çin Müslümanlarını nüfusu altına alma girişimleri olarak değerlendirmek gerekir. (Pekin Hamidiye Üniversitesi örneği) Daha sonraları Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından, Çin’in de bu yeni ülkeye bakışı değişmeye başlamıştır. M Kemal önderliğindeki bağımsızlık hareketi, Çinli birçok aydın ve devlet adamını etkilemiştir. Çin’de Türkiye ve M Kemal adına çok sayıda eser yayınlanmaya başlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti ile dostluk ve ticaret anlaşmasını imzalayabilmek için 1925 yılından itibaren diplomatik girişimlerde bulunulmuştur. Bu arada çeşitli devlet adamları ve elçilikler aracılığıyla karşılıklı ilişkiler sağlam tutulmaya çalışılmıştır. Türkiye’den Çin hükümeti içerisindeki Türk evlatlarının eğitimi için gerekli miktarda mütemadiyen kitap araç ve gereç yardımları yapılmış karşılıklı öğrenci takviyeleri ilişiler eğitim düzeyinde de geliştirilmiştir. 1938 de Mustafa Kemal’in isteği üzerine Çin’e maddi yönden çeşitli yardımlarda bulunulmuştur.

Günümüzde ABD-Çin arasındaki rekabet süregiderken Türkiye’nin kendisini bu iki ülke arasında nasıl konumlandıracağı hep soru işareti olmuştur ve olmaya devam etmektedir. AK Parti’nin iktidara gelmesiyle beraber Türkiye’nin Çin’le ilişkileri önemli bir dış politika meselesi halini aldı. Genel itibariyle Türkiye Çin’e yönelik yeni politikasını çok boyutlu dinamik dış politika doktrini bağlamında tasarladı. Türkiye’nin dış politikası stratejik ve ekonomik kutuplar arasında bocalıyor ve söz konusunu kutuplar her zaman birbirini tamamlayamayabiliyor. Ekonomik unsur Türkiye’nin ABD ile Çin arasındaki olası rekabetteki konumunu belirlemede anahtar bir rol oynayacağa benziyor. ABD Dışişleri bakanı Hillary Clinton, ForeignPolicy için kaleme aldığı bir makalede ‘’Asya-Pasifik’in küresel politikada kilit bir etmen haline geldiği’’ iddiasında bulunmuştu. Buna göre ‘uluslararası politikaların geleceği, Asya’da belirlenecek ve ABD de bu sürecin tam merkezinde yer alacak.’ Açıkça görülüyor ki Çin-Amerika ilişkileri Asya-Pasifik yüzyılının en kritik unsuru olacak. Bununla birlikte özellikle ekonomik krizin yaşandığı bir dönemde, ABD ve Çin arasında ekonomik meselelere dair anlaşmaya varılması, ideoloji konusunda bir uzlaşı sağlanması kadar zor olabilir. İki devletin önümüzdeki dönemde gerçekleşecek olan rekabetin birçok işareti şimdiden alınıyor. Pekin’e göre, Orta Doğu’daki gelişmeler alarm verici; keza Arap Baharı, Çin’in bölgede izolasyon riskiyle karşı karşıya kaldığı bir sürece dönüşüyor. İkinci olarak, Çin’in Amerikan ekonomisi üzerindeki olumsuz etkisi 200 milyar dolarlık net cari açık ve Çin’in parasının değerini arttırmayı reddetmesi ikili ilişkilerin geleceğine dair iyimser bir tablo çizmeyi zorlaştırıyor. Bununla birlikte, Türkiye gibi üçüncü ülkeler, olası bir Çin-Amerika rekabetinde önem arz ediyor. Burada sorulması gereken soru basit: ABD ve Çin arasında rekabet süregiderken Türkiye kendisini bu iki ülke arasında nasıl konumlandıracak?

Türkiye 1940’ların sonundan beri batı bloğunun bir parçası olageldi. NATO üyeliği bu aidiyetin en önemli kurumsal temelini teşkil etti. Bununla birlikte, AK Parti’nin yükselişinden bu yana Türkiye’nin batı ile ilişkileri, iki dinamikli bir modele doğru çevrildi. Birinci dinamik, geleneksel stratejik ilişkilere atıfta bulunuyor. Bu bağlamda Türkiye Sırbistan’ın 1999’da Kosova’yı işgalinden, yakın dönemde Libya’nın işgaline dek birçok olayda ABD ile birlikte hareket etti. Bu stratejik dinamik, Arap Baharında da oldukça iyi işlerlik göstererek, ABD ile Türkiye’nin yakın ortaklığını bir kez daha perçinledi. Bununla birlikte son on yıl içinde yeni bir dinamik ortaya çıktı: Türkiye’nin Batı’dan ve ABD’den bağımsızlığını arttıran ekonomik bir dinamik.

Türkiye’nin ABD ile Çin arasındaki olası bir rekabetteki konumunu belirlemede, ekonomik boyut, stratejik boyuttan daha esaslı bir rol oynayacağa benziyor. Çin’in Batı için ideolojik açıdan ne anlam ifade ettiğinin pek bir önemi yok; Türkiye her halükarda bu ülkeden ekonomik çıkarını maksimize etmenin yollarını arayacaktır. 2011 yılı itibariyle Türkiye ile Çin arasındaki ticaret, yaklaşık 24 milyar dolar civarında; bu da Çin’i, Türkiye’nin Uzak Doğu’daki en büyük ekonomik ortağı haline getiriyor. Çin ile Türkiye arasındaki ticaretin 2000 yılında sadece 1 milyar dolar civarında olduğu anımsanırsa, 50 yıllık ittifakın ardından Amerika ile Türkiye arasındaki ticaretin yaklaşık 15 milyar dolar olması, bizi ‘’solgun’’ bir kıyaslamaya götürecektir.

Dahası Çin’in Türkiye ile ekonomik ilişkilerini geliştirmede birçok avantajı bulunuyor. Amerikan ekonomisinden farklı olarak, Çin ekonomisi, Türk ekonomisini tamamlamaya hazır. Çin, Türkiye’nin orta ölçekli şirketleriyle ilişki kurmada başarılı bir strateji gerçekleştirdi. Türk-Amerikan ekonomik ilişkilerinden oldukça farklı olarak, Türk-Çin ilişkilerindeki genel eğitim, inşaat, tekstil ve taşımacılık gibi birçok alana yönelerek, bu alanlarda orta ölçekli şirketlerin büyük fırsatlar edinmesini sağlamaya odaklanıyor. İlginç bir şekilde Türkiye’de çok az insan Çin’in ideolojik gündemi olan bir devlet olduğunu düşünüyor.

Stratejik boyuta gelindiğinde Türkiye, ABD ile Çin arasında bir arabulucu bölge olmaya namzet. Batı bloğunun bir parçası olmasına karşın Türkiye aynı zamanda tarihi olarak arabuluculuk rolü üstlenen bir ülke konumundadır. Böyle bir ülke, kendi bağlı bulunduğu esas blokla ilişkisine değer verir; ancak aynı zamanda da diğer bloklarla temas kurmaktan kaçınmaz. Türkiye’nin dış politika jargonu ‘Doğu il Batı’ ‘İslam ile Batı’ ‘İran ile Batı’ arasında diyalog gibi birçok iki söylemle dolup taşarken, arabulucu devlet söylemi olarak okunmalı. Bununla uyumlu olarak, Türkiye, ABD ile Çin arasında önümüzdeki dönemde yaşanması beklenen rekabetten yarar sağlamak için, bu süreçte bir arabulucu rolüne soyunacaktır.

Pratik düzeyden bakıldığında, bir arabulucu dev­let, statüsüne meşruiyet kazandırırken, coğrafi temelli ve aidiyet -kapasite- temelli argümanlara baş­vurur. Ancak ve ancak, bazı gündemler çerçevesinde farklı kamplara aidiyet duymasını sağ­layan bir kapasiteye ve özel bir coğrafyaya sahip olan devletler, söz konusu argümanlar temelinde arabuluculuk rolü için rekabete girişebilirler.

Türk politikacılar, Batı ile Çin arasında bir koridor devlet olma yönündeki heveslerini daha önceden dile getirmişlerdi. Kısa süre önce, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye’nin gelecekteki arabuluculuk sta­tüsüne dair bir formül açıklayarak, coğrafya ve aidi­yet kapasitesine atıfta bulundu. Davutoğlu’na göre, Türkiye ve Çin, “Asya’nın Batı ve Doğu kenarlarında yıldızı parlayan iki güç”. Dolayısıyla, bu iki ülke, sı­radan Asyalı devletler olarak değerlendirilemezler; Davutoğlu’na göre, Türkiye, daha ziyade Asya-içi di­yalogla ilgilenen, ancak kıtanın uç noktalarında bulu­nan devletleri temsil ediyorlar.

Bu, aynı zamanda, Asya’nın en Batılı parçası olarak Türkiye’nin titizlikle kurduğu imajı da içeriyor. Ne il­ginçtir ki, bir dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bugün Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun kullandığı argümanın aynısını, 1995 yılında Çin’e yaptığı ziyaret öncesinde de kullanmıştı: “Batı ve Çin’den farkımız şudur: AB standartlarıyla bir demok­rasi, Çin standartlarıyla da bir üretim tarzı geliştirebiliyoruz.” Davutoğlu, Türkiye’nin “Çin’e dair özel bir gündemi olduğunu” söylerken, aynı zamanda Çin’e şu mesajı vermek istiyor: Türkiye, bölgede Çin’in en et­kin ve en meşru ortağı olma kapasitesine sahiptir ve bu minvalde Çin’in bu zamana kadar işbirliği kurduğu otoriter devletlerin hiçbiriyle kıyaslanamaz.
Davutoğlu’nun Türkiye’yi Batı ile Çin arasında bir buluşma noktası olarak tarif etmesi, Türkiye’nin Çin için bir arabulucu bölge olma hedefinin ilk söz­lü işaretleri olarak okunmalı. Türkiye’nin bir arabu­lucu bölge olma yönündeki ilgisi, Pekin için de avantaj sağlıyor. Pekin, Türkiye’yi Orta Doğu ve Batı piyasalarındaki en meşru ve lojistik açıdan en doğru ortak olarak rahatlıkla görebilir. Bununla tu­tarlı olarak, Çinli şirketler, lojistik konularıyla ol­dukça ilgileniyorlar: Türkiye, Ankara-İstanbul Yük­sek Hızlı Tren gibi büyük projelerde Çin’in Eximbank kredilerine başvuruyor.

“Çin’e dair özel gündem”in bir parçası olarak, Türkiye, 2012 yılını Çin Yılı ilan etti. Cumhurbaş­kanı Gül, Çin ile “uzun vadeli stratejik işbirliği”ni ulusal bir hedef olarak kabul ettiklerini açıkladı. Bu­nunla birlikte, Arap Baharı neticesinde Türkiye’nin Çin’e dair iyimserliği yok oldu. Türkiye ve Çin, Libya, Suriye gibi büyük meselelerde zıt tavırlar sergilediler. Türkiye, karşısında Suriye tehdidi ve İran kaynaklı rekabet dururken, NATO’nun kritik önemini anımsadı. Türkiye, aynı zamanda, Libya gi­bi ülkelerde NATO üyesi olmasının sağladığı yük­sek profilli rolden yararlandı. Dolayısıyla, Arap Ba­harı Türkiye açısından bir soruyu gündeme getirdi: ABD ile çok yakın stratejik ilişkiler yürütürken, Çin’e yönelik ekonomi temelli stratejisini siyasi düzleme nasıl çekebilir?

Bu sorunun yanıtı, Türk dış politikasının stratejik boyuttan neredeyse bağımsız olarak gelişen ekono­mik boyutunda aranmalı. Türk-Amerikan ilişkileri, stratejinin elitist kuralları çerçevesinde ilerlediği sü­rece, ekonomik aktörler, Çin piyasasıyla ilişkilerini sürdürmekten geri durmayacaklardır. Dolayısıyla, Amerika’nın yapması gereken şey, Türkiye ile ilişk­ilerinin ekonomik boyutunu güçlendirmektir. Diğer türlü, Türkiye ve Amerika, siyasi kriz dönemlerinde yakın işbirliği sürdürmeye devam ederler; ancak normalleşme dönemlerinde Türkiye’deki ekonomik aktörler, Çin gibi yeni piyasalara yönelik dış politi­ka yönelimini belirlemeyi sürdüreceklerdir.

ALPER TOPRAK
AFASAM TEMSİLCİSİ 

http://afasam.org/tr/bolgeler/asya-pasifik/turkiye-cin-iliskileri/

Uygur Akademisi © Her Hakkı Saklıdır.

Scroll to top