You Are Here: Home » Türk Dünyası » Amerika – Çin gerginliği ve bunun Türk dünyasına muhtemel etkileri

Amerika – Çin gerginliği ve bunun Türk dünyasına muhtemel etkileri

Mao’un 1976 yılındaki ölümünden sonra 1978 yılında Çin’i perde arkasından yönetmeye başlayan Deng Xiaoping 1979 yılında sanayi, tarım, bilim-teknoloji ve savunma alanında modernleşme hedefi doğrultusunda dışa açılmaya karar verince, Çin sosyalist ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş sürecine girmiş, 1986 yılında Dünya Ticaret Örgütü (WTO) ne üyelik başvurusunda bulunmuştu. Sovyetlere karşı Çin’i yanına almak, ayrıca piyasa ekonomisi aracılığıyla Çin’de özgürlük ve demokrasi alanını genişletmeyi, nihai olarak demokrasiyi ve demokratik rejimi hakim kılmayı hedefleyen Amerika yapılan uzun müzakereler neticesinde 2001 yılında Çin’in WTO üyeliğine onay vermişti.

1990 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra da Amerika Çin’i desteklemeye devam etmiş, adeta Çin’e tüm kapıları açmışlardı. Amerikalı politikacılar, strateji uzmanları, tüccarlar ve diğer güç merkezleri bu sürece desteklerini esirgemediler. Çin’e güvenmeyenler, gelişmelerden endişe duyanlar yok değilse de, Çin’e “zaman tanıyalım, fırsat verelim” anlayışı hakimdi. Amerika’nın vermiş olduğu bütün bu desteklere rağmen, Çin’de özgürlük ve demokrasi değil, askeri teknoloji ve savunma sanayi gelişmiş, halk değil, devlet güçlenmiştir.

Yani netice Amerika’nın beklentisinin tersi olmuştur. Ayrıca, Çin WTO üyeliği için taahhüt ettiği ilkelere uymamıştır. Örneğin a) Fikri mülkiyet haklarına uymamıştır, b) Yabancı şirketleri teknoloji transferine zorlamıştır, c) Devlet şirketlerini güçlendirerek adaletsiz rekabet ortamı yaratmıştır. Dahası, Çin Komünist Partisi liberal kapitalist sistemin imkanlarından yararlanarak kendi iktidarını daha da pekiştirmiş, çevre ülkelere ve dünyaya tehdit olmaya başlamıştır. Şi Cinping’in 2013 yılında ortaya koyduğu Kuşak Yol Projesi ve “Çin rüyası” söylemi Çin’in hegemonya ve emperyal emellerini açığa vurmuştur. Ünlü Çinli ekonomist Gao Shanwen’in ifadesine göre, 2028 yılında Çin ve Amerika’nın gayrı safi yurt içi gelirleri (GSYH) 30 trilyon dolar olacak ve eşitlenecekti. 2040 yılına varıldığında, Çin ekonomisi Amerika ekonomisinden yüzde 30-50 daha büyük olacak ve o zaman Amerika’nın Çin’i engellemeye gücü yetmeyecekti. Yani 20 yıl sonra Çin ekonomik olarak Amerika’yı geride bırakacak, tek başına süper güç, dünyanın yeni patronu olacaktı. Bu sebeple Amerika “Kuşak Yol” projesinin ortaya atıldığı 2013 yılından sonra Çin’i frenleme ve durdurma yoluna gitmiştir.

Tayvan, Hongkong, Doğu Türkistan ve Tibet sorunu Amerika’nın Çin’i frenleme ve durdurmada kullanabileceği araçlar olarak görüldüğünden, Çin bu bölgelerde kendince önlem almaya çalışmıştır. Terörizm, radikalizm ve ayrılıkçılığı bahane ederek Doğu Türkistan’da milyonlarca Türk’ü toplama kamplarına kapatması, camileri yıkıp Müslümanları inancından, milli kimliğinden vazgeçmeye zorlaması, dünyanın gözü önünde soykırıma varan insanlık suçlarını pervasızca işlemesi Amerika’nın muhtemel hamlelerine karşı aldığı önlemlerin bazılarıdır. Ancak Çin Doğu Türkistan Türklerine yönelik çağdışı, insanlık dışı uygulamalarıyla kendi ayağına balta vurmuştur.
Çin son zamanlarda Tayvan’ı silah kullanarak ilhak etmekten söz etmekte, “Hongkong Ulusal Güvenlik Yasası” çıkartarak Hongkong’un bölünmesini önlemeye çalışmaktadır.
Derken geçen yılın sonunda Çin’in Vuhan şehrinde ortaya çıkıp kısa sürede tüm dünyayı saran Korona-19 virüsü Çin ekonomisinin gerilemesine, Çin’in birçok ülkeyle olan siyasi ve diplomatik ilişkisinin olumsuz etkilenmesine, dünyada Çin’e ve Çin mallarına karşı negatif görüş ve tavırların artmasına sebep olmuştur.

Donald Trump’ın Korona-19 virüsüne “Çin virüsü” demesi, Çin’i virüsü dünyaya yaymakla suçlaması, “Hongkong İnsan Hakları ve Demokrasi Yasası” ve “Uygur İnsan Hakları Yasa Tasarısı”nı imzalaması, Tayvan’a 180 milyon dolarlık silah satışını onaylaması gibi adımların da Çin’i frenlemeye ve durdurmaya yönelik olduğu çok açıktır. Son günlerde Çin ile Hindistan arasındaki tansiyonun yükselmesi de işin bir başka boyutudur. Amerika bu süreçte Avrupa ülkelerini de yanına almaya çalışmaktadır. Amerika Dışişleri bakanı Pompeo’nun Batılı ülkeleri Çin’e bağımlı olmama ve tiranlık ile özgürlük arasında seçim yapma konusunda uyarması buna işaret etmektedir.
Meselenin Türkiye’yi ve Türk dünyasını ilgilendiren yönü Yeni İpek Yolu projesidir. Pasifik ve Hint denizindeki Amerikan ablukasını kıramayan Çin enerji ihtiyacını karşılamak ve ürettiği ürünleri piyasaya sürmek için İpek yoluna daha fazla ihtiyaç duymaktadır. İpek yolu Çin’in kaderini belirleyecek önemdedir. 18 Haziran 2020 tarihinde Pekin’de yapılan “Kuşak Yol” projesiyle ilgili bir video konferansında Şi Cinping yazılı açıklama yaparak şunları dile getirmiştir:
“Biz ortaklarımız ile birlikte ‘kuşak yol’u meydan okumalara birlik olup karşı koyan işbirliği yolu, halkların sağlık ve güvenliğini koruyan sağlık yolu, ekonomik toplumların normalleşmesini sağlayan yeniden diriliş yolu, gelişme potansiyelinin önünü açan büyüme yolunu yaratmaya varız. Yüksek nitelikli ‘kuşak yol’ ile insanlığın kader ortaklığını el ele inşa edelim.”

Bu ifadelerden anlaşıldığı üzere, Çin “meydan okuma”lara karşı kuşak yol güzergahı üzerindeki ülkeleri ittifaka, birlik olmaya çağırmaktadır. Bu durumda atılacak en ufak bir yanlış adım Türk dünyası için büyük sıkıntılara neden olabilir. Dolayısıyla Türk dünyasını ticari ağlarla birbirine bağlayan “Türk Yolu”na evet, ama Çin’i Türkistan topraklarına sokacak “İpek Yolu”na (Ben bu yola “Ejder Yolu” diyorum) hayır demeliyiz. Çinliler ancak Türk’ün izin verdiği kadar bu yolu kullanabilirler.

Kaynak: Diploması Türk

Uygur Akademisi © Her Hakkı Saklıdır.

Scroll to top