You Are Here: Home » Uygur Haber » 5 Temmuz Urumçi Soykırımı

5 Temmuz Urumçi Soykırımı

Prof. Dr. Alimcan İnayet

Bugün 5 Temmuz. Urumçi soykırımının 11. yıldönümü. Urumçi soykırımı diyorum, çünkü Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan o gün Urumçi’de yaşananları “adeta bir soykırım” diye tanımlamıştı. Yıl 2009’du. 5 Temmuz günü Urumçi’de üniversite öğrencileri bir gösteri düzenlenmişti. Amaç Çin’in Şaoguan şehrinde Uygur işçileri döverek öldüren katillerin soruşturulmasını talep etmekti. Çin güvenlik güçlerinin ellerinde kitap ve kalemden başka bir şey olmayan göstericilerin üzerine ateş açması sonucu yüzlerce genç hayatını kaybetmişti. Bölgeden gelen haberlere göre, 5 Temmuz gecesi sokaklara sıkıştırılan Uygur Türkleri sokak lambalarının kapatılmasıyla birlikte kurşun yağmuruna tutulmuş, temizlik işçileri sabaha kadar sokakları temizleyip cinayet izlerini silmişti. Daha vahim olan, bu katliamdan sonra binlerce kişinin ortadan kaybolmasıydı. Uygur Türk toplumu büyük bir travma yaşamıştı 5 Temmuz günü. 60 yıldan beri milliyetlerin özgürlüğü, bağımsızlığı ve eşitliğinden dem vuran Çin komünist yönetimi gerçek yüzünü göstermişti çünkü.

Evet, gerçekten bir soykırımdı bu. Bugün Doğu Türkistan’da yaşananlara bakınca, 5 Temmuz 2009 yılında Urumçi’de yaşanan vahşetin de aslında Çin yönetiminin Uygur Türklerine yönelik sistematik soykırım politikasının bir parçası olduğu çok net anlaşılıyor. Ayrıca milyonlarca Uygur, Kazak, Kırgız ve Özbek Türkünün Çin yönetiminin sözde “Meslek Eğitim Okulları” dedikleri toplama kamplarında zorla tutulması, Uygur Türklerinin nüfus artışını durdurmak için Uygur kadınlarının kısırlaştırılması, Uygur Türklerinin çocuklarının ailelerinden koparılarak Çin’e götürülüp eğitilmesi, Uygur kızlarının rızası olmadan Çinli erkeklerle evlendirilmesi, Müslümanların içi boşaltılmış Çin tarzı İslam’a inanmaya zorlanmaları 12 Ocak 1951’de yürürlüğe giren “Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme”ye göre soykırım suçu kapsamına girmektedir. Yani Çin yönetimi bugün de açıkça soykırım suçu işlemektedir.

Çin komünist yönetimini böyle davranmaya iten saiklere bakınca, Doğu Türkistan’ın jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik değer ve önemi göz çarpar.

19. yüzyılın sonunda Mançu-Çin imparatorluğu Doğu Türkistan’ı işgal edince, önce bölgenin adını “Xinjiang / Şinciang” (Yeni Hudut ) olarak değiştirmiş, sonra Çinli göçmen yerleştirme ve Konfüçyus eğitimiyle Uygur Türklerini asimile etmeyi planlamıştı. Çünkü Mançu-Çin hakimiyeti asimilasyonu Doğu Türkistan’ı kontrol altında tutmanın, böylece Çin’e batıdan gelecek tehlikeleri bertaraf etmenin tek çaresi olarak görmüştü. Mançu-Çin hakimiyetinin güvenlik gerekçesiyle uygulamaya çalıştığı asimilasyon planı Milliyetçi Çin iktidarı döneminde uluslaşma projesinin, Çin komünist iktidarı döneminde ise komünizm ideolojisinin bir gereği olarak anlatılmış ve sürdürülmüştü. Çin komünistlerinin 1949 yılında Doğu Türkistan’ı kontrol altına aldıktan sonra ilk yaptığı iş Türk topraklarına milyonlarca Çinli göçmen yerleştirmek oldu. 1949 yılında Uygur Türklerinin Doğu Türkistan’ın genel nüfusundaki oranı yüzde 80, Çinlilerin yüzde 5 iken, 2000’li yıllara gelindiğinde, bölgedeki Uygur Türklerinin nüfusu 45’e düşmüş, Çinli nüfusu ise yüzde 45’e ulaşmıştır.

Çin komünist yönetimi Doğu Türkistan Türklerine yönelik demografik soykırımı gerçekleştirdikten sonra, sinsi tasarımlarla Uygur Türklerini pasifize ederek politik ve ekonomik sistemin dışına atmıştı. Bu süreçte Doğu Türkistan’da keşfedilen yer altı ve yer üstü kaynakları Çinlilerin iştahını kabarttıkça kabartmıştı. Özellikle Doğu Türkistan’ın Yeni İpek Yolu projesinin merkezinde yer almış olması bu toprakları Çinliler için vazgeçilmez kılıyordu. Çin yönetimi bu toprakları üzerinde yaşayan Uygur Türklerini asimile etmek suretiyle sahiplenmek ve Çin’e bağlamak niyetindeydi. Buna bağlı olarak Çin yönetimi Doğu Türkistan Türklerine yönelik başlangıçta sinsice uygulamaya koyduğu asimilasyon politikasını bugün açıkça soykırım politikasına dönüştürmüştür. Çünkü ekonomisi, teknolojisi ve ordusu gelişmiş, dünyadaki konumu güçlenmiştir. Artık Çin dünyayı umursamamaktadır.

Özetle belirtmek gerekirse, Çin Türk dünyası için bir felaket, dünya için bir tehdittir. Çin virüsü salgını bunun ibret verici bir örneğidir. Bilinmelidir ki, insanlığın Çin’in puluna parasına değil, adalete ihtiyacı vardır. Bu noktada adalet ve hukukun üstünlüğüne inananlara, Birleşmiş Milletlere, İnsan Hakları Örgütlerine, İslam ve Türk dünyasına, kısacası vicdan sahiplerine büyük görev düşmektedir.

Kaynak: diplomasiturk.com

Uygur Akademisi © Her Hakkı Saklıdır.

Scroll to top